Ne gökte bir yer var bana ne yerde. Rüzgara kapılmış kar tanesi gibi. Sonsuzca savrulmak galiba kader dedikleri.
***
Dünyanın yalnızlığına benziyor insanlar. Yığınla yıldız ve gayesini anlamaya gücümün yetmeyeğeceği bir dönüş.
Bağımlısı olduğumuz nefesler… Bir müptela misali nefes alıyoruz. Yaşamak zorundayız. Yaşamak zorunday’mış’ız, öylesini öğrettiler çünkü. Niyetim erkenden pes etmek değil zaten. Tek anlaşmazlığım delirmişcesine hayata sarılmakla. Hayata ve anlamsız zevklere…
Bize verilen en büyük lütuf, en büyük zafiyetimiz oluyor zamanla. Nefes alırken kazandıklarımıza yeniliyoruz her an. Teslim oluyoruz sahip olduğumuz her şeye, teker teker. Çepeçevre sarıp etrafımızı insanlığımızı öldürüyorlar. Tertemiz bir bebek ve şerefsizce arzular. Mücrimce bekliyoruz bir taraftan, diğer taraftan korkuyoruz. En dehşet verici sanrımız yer yüzünde sahip olacaklarımızın bizi bir nebze daha bağlayacağı bu dünyaya. Ne sevdiğin insan öteliyor ölümü ne de sahip olduğun bir başka şey. Eskiler önce gidiyor ve sonra biz eskiyoruz. Yalnız eskiyoruz, ve yalnızca eskiyoruz aslında. Ve sevda… Uğrunda yaşanmaya değer, ki nihayetinde ölmeye değer.
Bir tek nefesten kıymetli tek hediyesi dünyanın. Bir nefeslik sevdalarımız var, ama yine de ölüyoruz. Sormuyorlar ve sormayacaklar da. Ölüyoruz ulan! Dünyayı içine çektiğin her nefeste sen de ölüyorsun. Seni beklemeyecek hayat, sonbaharı atlatamayan bir yaprak gibi yerlerde savrulacaksın sen de. Yorgun bir çöpçü gelip senin gibilerle birlikte bir küçük kovaya sığdıracak seni.
Ama öleceksin. O vakit kırık kalpler birleşmeyecek tekrar, sen öldüğünle kalacaksın. Kimse geri gelmen için bir çaba sarfetmeyecek, çünkü nafile kardeşim. Sen aptalca harcadığın nefeslere yanacaksın, ama o da nafile. Nefes bile alamayacaksın lan, toprağın altında boğulacaksın. Kimse dinlemeyecek seni, zaten sen de konuşamayacaksın. Ölümüne susacaksın bu kez. Kurduğun bütün aptalca cümlelere yanacaksın. Ne telafi edebileceksin, ne pişman olabileceksin. Anlamsızca ölüyoruz.