Bir bağırış var içeriden. Neredeyim? Zahirden bahsetmeme fırsat bile kalmadan hem de. Ben neredeyim? Güneş her sabah bıkmadan toprağa karışırken, ben neredeyim? Dört duvar ve pencere, düşman oluyor bir tek kapıya. O kutunun içine saklandığım yetmiyor gibi, bir kaç kemiğin arasına sakladığım hatıralar…
Ve dediğim gibi yine güneş doğuyor. Evimdeyim, ben bazen uyuduğum yerdeyim. Ama uyku benden çok uzak. Bir yastık bir çarşaf yetmiyor. Gözler kapanıyor, zihin durmuyor.
Şifası olmayan bir illet gibi yankılanıyor beynimin içinde aynı soru tekrar ve tekrar. Ben neredeyim? Burada olmak gibi sığ bir cevap bir an kendini gösteriyor fakat yetmiyor. Pencereden uzansam tutacağım bir kaç dal, ne kadar ait görünüyor halbuki toprağa.
O zaman soruyorum tekrar, nereye aitim? Yine yok. Ve bu sancıların en çıkmaz tarafıysa cevabını bulmaktan bu kadar uzakken her birinin, yenileri ekleniyor.
Sanki çok önemliymiş gibi bütün bu gölgeler, o gölgelerin önüne geçenlere de nefretle bakıyorum artık.
Yorgunum. Huzur uzak, uyku uzak. Şafak uzak, ama dibimde. Sorular kafatasımı yırtarcasına yakın, aradıklarım uzak bile değil. Zaten bu bilinmezlik… Gerçekten yorgunum. Artık sadece biraz uyumak istiyorum. Belki de kıyemete kadar uyumak. Ama eksik kaldı bir şeyler… Allah’ım güç ver.
Güneş acımasızca doğuyor.