Her insan aynı sabaha uyanır aslında. Aynı güneş, uyandırır herkesi, oradan veya buradan bir şekilde birbirine bağlanan aynı yolları adımlar insanlar. Ve tüm bunlara rağmen her insan tek bir hayata uyanır. Başkasının olmayan, ama yine de belki başkalarıyla kesişen bir hayata. Sabah aynıdır her yerde fakat kimsenin sabahı aynı değildir diğer taraftan. Aitliklerle yalnızlaşır insan, sahiplikleriyle. Herkes bir yolda yürür, kimse başkasının yolunda yürüyemez. Herkes nefes alır almasına ama kimse bir başkasının nefesini alamaz.
Ne demiştim? Evet… Sahip olduğu şeyler yalnızlaştırır insanı. Kimi insan gecesinde yalnızlaşır, kimi insan günahında. Kimisi kalabalık bir masaya oturur, önüne yemeği gelir, yemeğinde yalnızlaşır. Bir şeyler anlatır birine belki, o vakitse anlattıklarında yalnızlaşır.
O da kitaplarında yalnızlaşmıştı. Yazmadığı ama sevdiği satırların ihtiva ettiği, o ‘sonsuzluğa sahip ama yine de bir sonu olan’ kavramın içinde yalnızlaşmıştı o da. O, aslında biraz da sevdiği için yalnızlaşmıştı. Yalnızlığı severdi o, ve kitaplarını ve sanırım bir de gökyüzünü. Gökyüzüne baksa yalnızlığını hatırlardı sanki. İnsanlara baktığında bile onların yalnızlıklarını görür üzülürdü o.
Ve gariptir hani, kendini de pek sevmezdi. Belki çayı severdi, belki çayı seven insanları, belki de samimi insanları. Ama yine de yalnızdı o.
Yalnızlık yakışır kimi insana, ona da yakışırdı.
Adını sormadım ona. Önemli de değildi zaten. Bir kitap vardı elinde, okuyup anlamaya çalıştım yalnızlığını. Ama o, onun kitabıydı, benimki benim. Ben kendi yalnızlığımı yaşadım, o da kendisininkini.
O bir yerlerde yaşıyor, herkes gibi. Kimse ona benzemiyor, o da kimseye benzeyemiyor.
Belki de haklıdır, hayat yalnızca nasıl öleceğine karar vermekten ibarettir.