Eski yıllardan bize kalan siyah beyaz fotoğraflar galiba. Eski binalardan hatırladığım pek bir şey yok mesela, zaten gri olan betonların, siyahla beyazın arasındaki sıkışmışlığını görebiliyorum yalnız. Eski insanlar dendiğinde, düzgün konuşan, rica eden insanlar farzedebiliyorum sadece. Aşka olan saygıdan, aşkı ağzına almayan sevdalılar vardır diyorum kendi kendime. Gri bir fotoğrafta yere düşmüş küçük bir mendil görüyorum gibi. Küçücük karelere sıkışmış bir geçmiş… Komik halbuki, yaşanan an bu kadar kısayken, an dediğini durduramazken, düşünmeye çalışırken bile kaybettiğimiz “an”ın en büyük mirası; geçmiş kadar kısa bir kelimeye sıkışıyor.
Öylesine kısa, fakat öylesine dolu ve anlamlı, anlamının her “an” eskimeye devam etmesine rağmen. Yeni olanı bile eskiyince anlamlı kılabiliyor bazen, zaman. Mesela sen… Belki sen… Ama inanıyorum.
Özlüyorum eskiyi bazen, gelecek pahasına. Yanlış bir hesap yok burada, geleceğe umut bağlar insanlar, gelecek de eskiyip mazi olsun diye. Gelecek de geçmişimizden geliyor zira. Geleceklere elveda dememeyi başarırsak eğer, geçmiş olmaz belki. Eskiyen sadece zaman olur.
Siyah beyaz fotoğrafların içindeki mavileri görüyorum, gökyüzüne bakan insanların gözünde. Siyah beyaz fotoğraflarda sarılar görüyorum, ateşin etrafındaki insanların elinde. Gökkuşağını görüyorum gözlerinde, siyah beyaz gören gözlerime rağmen