Aslında çok da mantıklı olmayan cevaplarındaki tutarlılık can sıkıcı boyuttaydı. Bana tutarsızlığımı mı göstermeye çalışıyordu yoksa bir şeyi fark ettirmeye mi çalışıyordu bilmiyorum. “Sen de bir şeyleri seviyor olmalısın. Yanılıyor muyum?” dedi. Tabii ki benim de sevdiğim bir şeyler vardı. Ona kedileri ve sabah yağan yağmuru sevdiğimi söyledim. Nedense kedilere yoğunlaşmayı tercih etti. “Kediler, onları sevmesen de yaşamaya devam edebilirler biliyorsun değil mi?” dediğinde kastettiği şeyin sevgimi küçümsemek olduğunu zannettim. Fakat bakışlarında küçümsemeden çok acıma var gibiydi. Kastettiği şeyi açıklığa kavuşturması için ne anlatmaya çalıştığını sordum. “Korkakça seviyorsun.” dedi, “Kediler, sevilmeye veya ilgiye ihtiyaç duymazlar. Sen ilgi göstermezsen de hayatta kalırlar. Aslına bakarsan kediler, sana ilgi gösterir, yani kedileri bile seni sevdikleri için seviyorsun.”.
Fikirlerindeki mantık ve tutarlılık bir anda kayboldu benim için. Suçlandığım şeyin birçok adı vardı ama hepsini kapsayan adı bencillikti. Neden bilmiyorum benim karşı çıktığım tek şey ise, yaptığı korkak yakıştırması oldu. Ve üstüne üstlük korkak olmadığımı değil yalnızca benim seçimim olmadığını anlatmaya çalıştım. “Korkak değilim hem öyleyse bile bu benim seçimim değil” dedim. Bana katıldığını söyledi ilk başta, ona göre de korkaklık doğuştan gelen veya çocuklukta şekillenen bir şeydi. Fakat beni yere seren cümlesi, “Peki, cesaret de yalnızca doğuştan mı gelir?” oldu.
İşin acı yanıysa tümüyle haklı olmasıydı. Hem de sonuna kadar. Korkak bir insan değildim aslında ama bir şeylerin veya daha kötüsü birinin sorumluluğunu almak korkutuyordu beni. Bu yüzden çiçekleri sevemiyordum. Her sabah birkaç damla su verebileceğim konusunda bile güvenmiyordum kendime. Fakat cesaret konusunda da haklıydı. Meselenin garip tarafıysa beni benden daha iyi tanıyor gibi bir halinin oluşuydu. Evet cesaret damarıma basıldığında düşünmeden karşısına çıkıyordum korktuğum her şeyin.
Duygularımı bile benden iyi kontrol ediyordu sanki, bir çiçek almalıydım hemen. Bencilliğimle mücadele edercesine bakmalıydım ona. Bu isteğim biraz sakinleştiğinde çiçeği nasıl seveceğimi düşünmeye başladım. Resmen bir çiçeği sevmek için sebep arıyordum. Aklıma görüntüsü için sevebileceğim hiçbir çiçek gelmedi. O anda birkaç dakika önce kurduğu cümleyi hatırladım:
-Çiçeklerin kokusunu.
Evet ben de çiçeklerin kokusunu seviyordum. Beni sürüklediği bu düşünce silsilesinin verdiği şaşkınlık ve hayranlıkla ona doğru döndüm. Gözleri hala gölün üzerindeki kuğulardaydı. Konuşmaya başlayıp bir şeyler söylememe fırsat dahi vermeden, biraz sonra ellerini tutmama sebep olacak o cümleyi kurdu:
-Biliyorum. Ben de seni seviyorum.