Dürüstlük pahalı bir mülktür, ucuz insanlarda bulunmaz.
Honoré de Balzac
Bize hep iyi insanların rahat uyuduğuyla ilgili hikayeler anlattılar. Aşıkların kavuştuğunu, çalışanların kazandığını, doğrunun kaybetmediğini anlattılar.
İyi niyetliydiler aslında. Fakat yanlıştı hikayeleri.
Mesela aşıklar kavuşmuyordu. Yalan değil aşık vardı toprağın üstünde ama aşıklar yoktu ki. Aşık, maşuğun bir gözüne bakıp yüreğini delmiyor ki. Onca sözün üstüne seni seveni sevmeye karar verdiğinde sen hangi yüzsüzlükle aşk dersin buna? Sen aşıksan, ya Leyla? Ya Mevla’nın Mecnunun yüreğine koyduğu şey?
Veya şafak atmadan eskimiş ayakkabılarıyla sokakları arşınlayan babanın, küçük evine, kazandığı iki kuruş, işittiği onca söz ile aldığı iki ekmeğin varlığından haberdarken ben, sen bana hangi başarının hikayesini anlatacak cürete sahipsin hala? Mevla her sevdiği kuluna mı der ‘Yürü ya kulum’ diye? Demez.
Hâsılı çok da sözü uzatmadan, topraktan yaptığı oyuncaklarından başka bir şeye sahip olmayan çocukların, dünyanın dört tarafında can verdiğini biliyorken, ben nasıl inanayım doğrunun kaybetmediğine? Yanlış ne yapabilir ki, o anakuzuları?
Ama esas olan ne biliyor musunuz, o hikayeler anlatılmalı daima. Her seferinde gerçekliğinden hiç şüphe etmeden. Kandırmalıyız çocuklarımızı, güzel yalanlarımızla.
Çünkü Mecnun menziline vardı. O baba bu sabah tekrar aşındıracak ayakkabılarını, dünyanın en kıymetli iki ekmeğiyle birlikte bir efkar sigarası tüttürecek eve dönerken. Daha adını bile öğrenemeden ölen o çocuklarsa hep masum kalacak, bizim kirlenmişliğimizin suratına her gün tükürürcesine.
Ve biz o hikayeleri çocuklarımıza anlatmaya devam edeceğiz. Yaşayamasak bile, sırf doğru olana inancımız yüzünden.