akrep

“Saniyeler uzamaya başlıyor” dedi. Gözüm istemsizce saate kaydı. Yelkovan rüzgar çıkaracak kadar hızlı geçiyordu oysa. Fakat onun yüzüne baktığımda, vaktin durmaya hazırlandığından neredeyse emin olacak kadar yavaş ifadelerle tavanı seyrettiğini farkettim. Zamanın kuralları yok, ne acı.

Farkındaydım endişesinin, yalan söylediğimi bileceğinin farkındaydım ama, “Pili bitiyordur belki” dedim. Hayatımda gördüğüm en üzücü gülümseme indi yüzüne. Ama öyle uzun sürdü ki, yüzünün tekrar ciddileşmesi, o an sanki son gülüşünden vazgeçmemek için çırpınıyor gibiydi. Keşke zamanı o an durdurabilseydim.

Zamanın zehri, odanın tüm uzuvlarına zerk etmiş gibiydi. O da farketmiş olacak ki, camı açmamı istedi, parmağını ağır ağır kaldırıp pencereyi göstererek. Son nefeste aranan temiz hava… Ben ayağa kalkarken, o güç bela dibindeki bardağa ulaşmaya çalışıyordu.

Bir kaç adım atmama kalmadı… Duyduğum sese inansam, yere düşen ufacık bir bardak değildi sanki. Sanki o an, arz ikiye ayrılmıştı. O ne müthiş gürültü. Pencerenin koluna dahi uzanamamıştım daha. Çaresizce döndüm arkama, gözlerini bu kadar boş bakarken görmemiştim. Bir an ismini dudaklarımdan dökmek geldi içimden, sessizliğe gömülmekten korktum. Korkacak ne vardı halbuki.

Gözümün önünde kalansa kâti sessizlik, paramparça bir bardak, halıda kaybolmuş damlalar ve durmak üzere bir saat.

Meğer tek derdi üzmemekmiş beni. Zaman durmuş, belki yıllardır. O ise sadece yavaşladığını söylemekle yetindi bana. Ebedi ayrılığa kavuştuk, hem o hem de ben. Bizi zehirleyense bir küçük akrep.

Bir Cevap Yazın